"Tarihsel bütün büyük olay ve kişiler sanki iki kere
yinelenir. Ama ilkinde trajedi ikincisinde kaba güldürü olarak." K. MARX
"İnsanın, kendi aklını kullanma cesaretini
gösterip sorumluluğunu üstlenmesi gerekir." I. KANT
Decameron Yunanca'da 10 gün anlamına gelir.
Decameron hikayeleri, 1348'de Floransa'da veba salgınından kaçıp bir malikaneye
yerleşen 7 genç kız ve 3 erkeğin öyküsüdür. 10 gün boyunca her biri 10'ar hikâye
anlatır, böylece 100 hikaye tamamlanır. Her gün için, anlatılacak hikâyelerin
konusu, eğlence ve yemek saatleri, malikânenin düzeni gibi konularda kararları
verecek olan bir kral ya da kraliçe seçilir. Seçimi önceki günün yöneticisi
yapar. Hikâye okumadaki amaçları malikânede, veba salgınından uzakta ve
gündüzün en sıcak saatlerinde güzel ve eğlenceli zaman geçirmektir. Bocaccio
ise hikâyeleri, gelişen İtalya burjuvazisinde erkeklerin sıkça evlerinde uzak
kaldıkları için kadınlarını eğlendirmek için yazdığını söyler.
Boccaccio tam da Avrupa'nın krizde olduğu bir
dönemde yaşadı - ki Avrupa tarihinin yarısı kısmi ya da bütüncül krizlerle
doludur-. İktidardaki ruhban sınıfının iktisadi-ahlaki çöküşünün hızlandığı,
keşiflerle, buluşlarla bilimin ve aklın öneminin arttığı bir dönemde Boccaccio
elbette ki kendi sınıfının (gelişmekteki burjuvazi ) soyluluğundan, moral
üstünlüğünden, mantıklılığından, insancıllığından ve adaletinden bahsedecekti.
Burada Umberto Eco'nun sözlerinin hakkını vermek gerekir: " Filozof'un işi
var olanları yorumlamak veya krizi göstermek değil, kriz var! diye ortada
dolanmak, kriz çıkarmaktır". Boccaccio, toplumundaki aksaklıkları,
işgüzarlıkları, yönetimdeki veya ailedeki bozuklukları, çürük ilişkileri işaret
etti ve radikal bir biçimde eleştirdi.
Bütün bir ortaçağ düşüncesini, kilisenin tanrısal sayılan yasalarını,
ruhsal olana verilen önemi, bedenin aşağılık olarak görülmesini, cinsel
tabuları bütün olarak eleştirdi. Cinselliğin zaten varolduğu ama söylenmesi
yasak, sergilenmesi imkânsız ve bilinçaltına bastırılmış olmasının karşısında amoral bir yaklaşım sundu. Cinsellik böyle bir
dönem için çok radikal bir konu olabilir, ancak her kriz döneminin tepe
noktaları radikalizmin de kendi tarihini yazdığı zamanlardır. Decameron'un
çerçeve konusu olan cinsellik, tanrısal duygular olan inanma ve itaat etme
yerine hissetme, anlama, seçme, adil olma, akıl yürütme temaları etrafında
filizlenir. Kimi zaman bir aldatma sonucu ezelden beri var olduğuna inanılan
bir yasa değiştirilir kimi zamansa zina yapan bir kadın sivri zekâsıyla
kocasını kandırır ve hayatına istediği gibi devam eder.
Cinselliğin seçilmesinde bir diğer yorum ise,
insanın en insan olduğu, kendini ve karşısındakini en çok hissettiği, mutlu
olduğu an oluşudur - ahlaki temellendirmelerde de telos mutluluktur çoğu
zaman-. Ona göre insan, menfaat düşkünü, bencil ve kendi zevklerinin kölesi
olmaya eğilimli bir varlıktır. Papazların ve rahibelerin de aslında sanıldığı
gibi yüksek ahlaki değerleri yoktur ve onlar da herkes gibi kendi doğruları o
an ne gerektiriyorsa onu yapan insanlardır. Boccaccio, bu bireysel ahlak anlayışının
yerine başkasını koymadı çünkü herhangi bir evrensel ahlak yasasının
bulunabileceğini düşünmüyordu. Dünyanın sürekli değiştiğini belirtmesi,
toplumun ahlak önderi olan ruhbanların bile ahlaksızlığın piri haline
gelmelerine yapılan vurgu bunun açık göstergesi.
Cinsellik koca bir ortaçağ boyunca bireyde
bastırılmış, toplumda tabulaşmıştır. Kilise'nin toplumdaki baskı argümanlarının
da başında gelir cinsellik. Eğer ki tanrısal olandan ve yasakladıklarından
uzaklaşıp bedensel hazza değer verirsek cehennem ateşlerinde yanacağımız
kesindir onlara göre. Sürmekte olan toplum ve ahlak anlayışının dayanaklarından
olan cinsellik, bu kitapla birlikte büyük bir darbe almıştır. Tek tek
insanların zaten içlerinde saklayıp büyüttükleri cinsel mitler, insanları bu kitaba
yöneltmiş ve kısa sürede ünlenmesine yol açmıştır. 4. günün başında olumlu ve
olumsuz eleştirilere verilen yanıtlar, bu ilginin göstergesidir. Tabiki bunu
kendine özgü mizahıyla yoğuran Boccaccio, bir toplum ve ahlak anlayışının da
öncüllerinden sayılmıştır. Aslında cinselliğin Tanrı ve onun yasalarıyla
çelişmediğini de yer yer gösteren Boccaccio, burada suçu doğrudan papazlara ya
da yargıçlara atar.
Cinselliğin
en genel tanımı ise "aşk" pratiğinde ortaya çıkar. Ancak içinde aşk
geçen hadiseler cinselliği barındırdığında yüce sıfatına erişir. Ortaçağ'ın
hakim - kapalı aile yapısının çok dışında yaşanan aşklar elbette cinsellikle iç
içeydi. Zaten ortaçağ'ın aşk algısı, tanrı aşkının en üst basamakta durarak
türevlerini belirlediği şekliyle var olmuştu. Hem antik Yunan'ın kadına duyulan
aşkın düşük görülmesi, bunun yersel olduğu ve göksel olana göre hakir görülmesi,
hem de Ortaçağ'ın insan bedenine duyulan aşkın neredeyse günah sayılması Decameron
ile tam anlamıyla eleştirilmiş, yerine insansı aşkın, şehvetin, zevklerin
yüceliği ortaya konmuştur. Hatta bir hikayede, hayattayken aşığı olan gence yüz
vermeyen kadın, genç ölünce ona yüksek duygular beslemiş, sanki aşık olmuş,
koşup ölüsüne sarılarak orada can vermiştir ( 4-8)
Ruhban sınıfının bilgisi ise artık ezbere
dönüşmüştür ve o çağda hiçbir işe yaramamaktadır ki en bilgisiz kadın bile
onları alt edebilir. Ahlaki olarak papazlar da rahibeler de aslında cinselliğe
en az diğer insanlar kadar ilgi gösterir ve gizli bir şekilde bu ihtiyaçlarını
karşılarlar. Para için yapmayacakları şey yoktur. Eskiden en kötü ve eski
giysileri giyen din adamları şimdi pelerinleri altından iş çevirirler. Ancak
sonuçta aklın da yardımıyla kazanan, soylu sınıfından kadın ya da erkekler
olur. Papaz ise yaşanan olaylardan ders alarak aklı başına getirilir, çünkü
onlar gerçek (doğal) erdemlere sahip değildirler.
Boccaccio'nun çıkarmak istediği kriz,
aydınlanma çağına ön ayak olan krizdir. Kralların ve soyluların ticari
gelişimine karşılık toplumun dinsel kategorisi maddi taleplere cevap
veremiyordu ve gittikçe tutuculaşıp bozunuma uğruyordu. Güçlenen burjuvazi ise
argümanlarını artan bilgisi ve maddi kaynaklarıyla çoğaltıyordu. Elbette
Aydınlanma Çağı'na daha yüzyıllar var ancak Decameron'un radikal bir şekilde
saldırdığı ahlaki çöküntüden çıkarılacak sonuç bizi doğrudan Aydınlanma
düşüncesine götürür. Çöküntüyü sağlayan tanrısal yasalar gökyüzünden yeryüzüne
indirilmeli insana yaklaştırılmalıydı. Tanrıya yakın olanlara daha fazla
sunulan adalet yerine herkesi anlayan ve eşit gören adalet konulmalıydı.
Cezalar da ona göre şekillenmeliydi. Ruhsal olan değil bedensel (doğal) bir
ahlak anlayışı hüküm sürmeliydi. Dahası verili bir tarih algısı yerine, kitabın
bitişinde yazılan " Bu dünyanın işlerinin bitmiş olmadığını, tersine
sürekli değiştiğini belirtmek isterim" sözleri skolâstiğin büyük bir eleştirisidir.
Boccaccio Kant ya da Marx gibi tanrıyı hezimete uğratacak bir girişimde
bulunmadı( bulunsaydı tahminen biz onun adını bile bilmezdik bugün). Ancak çok
sağlıklı bir yol açtı önüne. Bu yol açık ki Rönesans’tır.
İnsanın aklını kullanması, onun doğanın
ve evrenin egemeni olduğunun kanıtıdır Decameron'da. Çünkü aklını kullanan kişi
- ortaçağda değersiz görülen kadın bile olsa- tanrıyı değil ama tanrısal
olduğuna inanılan dogmaları yerle bir edebilir. Yeter ki aklını kullanabilsin,
verili düzene karşı, anlık hislerine karşı asıl istediğini bilsin ve ona göre
mantıklı davransın.
Eski yunan tragedyaları, tanrıları sahneye
yerleştirmiş, onları birbirlerine düşman etmiş ya da insani duyguları onlar
üzerinden sergilemişti. Değişen toplum yapısının, ekonomik zenginlikle
zenginleşen düşünsel ortamın dışavurumunda ilk sıradaydı tragedyalar. İnsan
bedeniyle, hisleriyle sergileniyordu. Gökyüzünden yeryüzüne inen tanrılar,
insanlara egemenlik bilinci katıyordu. Bunun sonraki örneğini 1600-1700 yıl
aradan sonra görüyoruz. Tam da Marx'ın belirttiği gibi komedya olarak.
Dante'nin ve Boccaccio'nun lirik çizgisi bir şekilde komedi olarak
belirginleşti. Tanrısal temellendirmelerin üzerinden kolayca gelebilen bir
varlık haline gelen insan artık onla kolayca dalga geçebiliyordu. Yalnızca
tanrısal değil toplumsal paradokslar içeren bir çağın edebi eleştirisi “ En
iyisi hiç yaşamamış olmaktır, hemen ölmek ondan sonra gelir” düsturuna üçüncü
ve kıvrak cevabı alay üslubuyla vermiştir.