1.PARA-DOKSA
Büyük Yunan düşünürlerinden
Parmenides’e göre varlık, hiçlik ile sınırlandırılmıştır, bu yüzden hareket
edemez, ederse hiçliğe karışır ki bu imkansızdır. Böylece hareket, Parmenides
felsefesinden dışlanmıştır. Varlığı, durağan ve boşluksuz olarak tanımladığı ve
hareketi bu kavramların karşısında gördüğü için, varlık, hareket düşüncesinin
dışına atılmıştır. İlkçağ’ın genel miti olan, varolanların arkasındaki
değişmeyen, yüce, ideal olanı bulma çabası Parmenides’i bu düşünceye itmiştir.
Matematiğin değişmez dünyasını gören filozoflar, hakikati; dolayısıyla
değişmeyeni, ideal olanı bulmaya çalışmışlardır. Parmenides’in öğrencisi olan
Elea’lı Zenon, hocasının görüşlerini temellendirmek adına 4 paradoks sunmuştur.
3. paradoksu olan “hareket yoktur”
paradoksuna göre, hiçbir şey hareket etmez. Zenon’a göre hedefe giden bir ok
geçtiği her noktada bulunduğu için, bir noktada bulunmakta hereketsiz olmayı
gerektirdiği için, ok her an durmaktadır. Bu paradoksla ok’un yaydan çıksa bile
yol kat edemeyeceği kanıtlanır. Ok’un bulunduğu noktadan bir sonraki noktaya
gitmesi için aradaki mesafeyi kat etmesi, önceki noktaya gelmeden önce de yine
daha önceki noktaya ulaşması gerekmektedir. Her noktadan daha geride bulunan (
bulunduğu varsayılan!) noktalar sonsuz
tane olduğu için bu mesafe asla aşılamayacaktır. Böylece Zenon, hareketi
varlıktan dışlamış olur.
2.KRONOS
Bergson’un felsefesinde zaman
kavramı iki türlüdür. İlki, matematiksel zaman diğeri ise gerçek zaman dediği
süredir. Matematiksel zaman, insanın dışında, maddi evrende, lineer bir biçimde
ilerleyen, noktalar üzerinde tasarlanan, yaratma ve hareketliliğin dışında
kalan zamandır. Bu canlı, yaşanan bir zaman değil, ölü bir zaman kavramıdır,
Bergson’un deyimiyle. Ancak gerçek zaman
ise psikolojiktir, bilinçle ilgilidir. Yaşanan zaman dediği süre, saf
ardışıklık, süreklilik ve bütünlük içinde bir akış olarak algılanır. Hayattaki
akışı, sürekliliği, oluşu veren süredir, mekansal zaman değildir Bergson’a
göre. Çünkü ardardalığı, sürekliliği veren mekansal zaman değil, bilincimizdir.
Bilincimiz sayesinde biz olayları ardarda ve süreklilik içinde kavrarız.
Bergson’da süre, mekandan bağımsızdır ve hareketi içerir. Mekanda bulunan
hareketli nesnelerin, hareketleri mekan ile birlikte doğrudan kavranamaz çünkü
onların hareketleri mekanda değil, süre dediğimiz yaşanan, gerçek zamandadır ve
ancak bizim içselliğimiz ile, bilincimiz yoluyla kavranır. Gerçek zaman
dediğimiz içsel yaşantımız sürekli ve iç içedir, bölünemez ve parçalarına
ayrılamaz. O, değişimin kesintisiz sürekliliğidir. Zenon’un paradoksundaki
gibi, sabit olan, sürekliliğin, akışın olmadığı mekanla özdeşleştirilemez.
Zenon’un paradoksundaki mekanda durması tasarlanan ok, yaşamda değil,
matematiğin değişmeyen dünyasındadır. Ok, hareket halindeyken hiçbir noktada
duramaz. Ok’un hareketi sonsuz değil tam tersine tektir. Ok’un yaydan çıkışı
ile hedefine varışı tek ve bölünemez bir harekettir. Zenon’un hatası, ok’un
hareketini, lineer bir doğru parçasındaymış gibi düşünüp, harekei bunun
üzerinden tasarlamaya çalışmasıdır. Ok, geçtiği varsayılan noktaların
hiçbirinde bulunmaz, durmaz. Hareketin değişmeyen sürekliliğinin kavranması,
sürenin algılanması ile bağıntılıdır, ki bu ise sezgi ile, zihinsel süreçlerin
içsel sezilişi ile olanaklıdır.
3.LOGOS
Bergson’un; Zenon’un hareket, değişme,
süreklilik reddedişlerini eleştirmesi, dolayısıyla Parmenides’in varlık
görüşünü eleştirmesi, doğal olarak Parmenides’in çağdaşı ve karşıtı olan
Herakleitos’u akla getiriyor. Burada, Bergson’un süre hakkındaki fikirlerini,
Herakleitos’un “oluş” kavramı çevresinde temellendirmeye çalışacağım.
Bergson’un zamanı iki türlüdür. Biri
matematiksel, homojen, dış dünyaya içkin ele alınan zamandır. Ancak gerçek
zaman süredir, heterojendir. Bu ise bölünemez, değişim ve oluş içindedir ve
bütünlük içinde vardır. Zamanı parçalara bölemeyiz, parçalara bölmek mekansal
şeylerin özelliğidir ve süre mekana bağlı değildir. Oyleyse hareketi
bölemeyeceğimiz için ( ki bölünmesi durumunda Zenon’un paradoksları karşımıza
çıkar) onu bir bütün olarak kavramamız gerekmektedir. Okun çıkışı ile hedefe
varışı tek bir harekettir. Ok, bir noktada asla bulunmaz, çünkü bir noktada
olduğunu imlediğimiz “an”, o noktadan uzaklaşmaya çoktan başlamıştır.
Herakleitos’ta bunu rahatlıkla “ aynı
ırmaklara hem gireriz, hem girmeyiz, hem biziz hem değiliz” "Ποταμοῖς τοῖς αὐτοῖς ἐμβαίνομέν τε καὶ οὐκ ἐμβαίνομεν,
εἶμέν τε καὶ οὐκ εἶμεν." sözünden
çıkarabiliriz. Ona göre varlık oluşa tabidir. Yasa (logos –Λόγος) sürekli değişmeyi,
devinmeyi gerektirir. Bu yasa, varlıkta saklıdır ve değişmeyen tek şeydir,
öyleyse onun dışında her şey süreklilik
içinde, değişim içindedir. Arkhe olarak ateşi seçmesi bir tesadüf değil, ateşe
atılan her şeyin niteliksel değişim gerçekleştirmesi ama ateşin değişmemesidir.
Yani ateş, logostur. Varlık, ateşte yanan maddeler gibi değişip başka şeylere
dönüşür; bu da varlığın hareketidir. Herakleitos,
“çokluk içinde birlik vardır “ diyerek, hareketin, oluşun, değişmenin ve
sürekliliğin yasasını “bir”e bağlamıştır. Bu “bir” bütünlüğü simgeler. Öyle ki
her şey, saklı olan doğanın, “bir”in,
yasanın içindedir. Bergson’a dönecek olursak,
bütünlüğü görmenin zihinle ama daha çok sezgiyle kavranabileceğini
söyler. Dışsal algılarımız, dünyayı ve hareketi parça parça görüntülerken içsel
algılarımız hepsini bir bütünlük içinde görür. Değişim, ardı ardına gelen,
dizgesel değişim değil, iç içe geçmiş, hatta ateşin tekliğinde çözülen –
dağılan bir değişimdir. Bu değişim bütünü kapsar. Herakleitos’un, varlığın değişimini
süreklileştirmesi, bir yasaya bağlaması, Bergson’un süre kavramıyla fazlaca
benzerdir. Dahası, Bergson süreyi mekandan bağımsız ve oluşa bağımlı kılmıştı.
Oluş ise Herakleitos felsefesinin temel taşıdır. Her iki oluş’un yeri de
doğa-yaşam’dır. Ancak oluş kendini doğrudan, dış dünyada göstermez. Herakleitos
da, “ doğa saklanmayı sever -Φύσις κρύπτεσθαι φιλεί" derken, hakikatin
kolayca görünür- kavranabilir olmadığını, onu ancak logos’a kulak vererek
kavrayabileceğimizi söylemektedir. Logos, hahikatin bütünlüklü olarak
dışlanmasıdır. Bunun için insanın
kendine bakması, sezgilerini kullanması veya oluşun kaynağı olan yasaya kulak
vermesi gerekir. Yani aslında iki filozofun da kaynakları metafiziktir ancak
dış dünya ile özne arasındaki denge, özne lehinedir. Dışarıda olup biten her zaman
sezgisel yolla ve böylece bütünlüklü kavranabilir. .Birliği
algılayabildiğimizde ise oluşu da kavramış olur, değişmenin, sürekliliğin ve
hareketin de ilkelerini ortaya koyabiliriz. Sonluluktaki sonsuzluğu,
sonsuzluktaki sonluluğu; birlikte çokluğu, çoklukta birliği ancak bütünsel
bakışı yakalayarak bilebiliriz.