6 Mart 2013 Çarşamba

Bergson'un süre kavramına Herakleitos - Parmenides karşıtlığı üzerinden bakmak



1.PARA-DOKSA
             Büyük Yunan düşünürlerinden Parmenides’e göre varlık, hiçlik ile sınırlandırılmıştır, bu yüzden hareket edemez, ederse hiçliğe karışır ki bu imkansızdır. Böylece hareket, Parmenides felsefesinden dışlanmıştır. Varlığı, durağan ve boşluksuz olarak tanımladığı ve hareketi bu kavramların karşısında gördüğü için, varlık, hareket düşüncesinin dışına atılmıştır. İlkçağ’ın genel miti olan, varolanların arkasındaki değişmeyen, yüce, ideal olanı bulma çabası Parmenides’i bu düşünceye itmiştir. Matematiğin değişmez dünyasını gören filozoflar, hakikati; dolayısıyla değişmeyeni, ideal olanı bulmaya çalışmışlardır. Parmenides’in öğrencisi olan Elea’lı Zenon, hocasının görüşlerini temellendirmek adına 4 paradoks sunmuştur.
        3. paradoksu olan “hareket yoktur” paradoksuna göre, hiçbir şey hareket etmez. Zenon’a göre hedefe giden bir ok geçtiği her noktada bulunduğu için, bir noktada bulunmakta hereketsiz olmayı gerektirdiği için, ok her an durmaktadır. Bu paradoksla ok’un yaydan çıksa bile yol kat edemeyeceği kanıtlanır. Ok’un bulunduğu noktadan bir sonraki noktaya gitmesi için aradaki mesafeyi kat etmesi, önceki noktaya gelmeden önce de yine daha önceki noktaya ulaşması gerekmektedir. Her noktadan daha geride bulunan ( bulunduğu varsayılan!)  noktalar sonsuz tane olduğu için bu mesafe asla aşılamayacaktır. Böylece Zenon, hareketi varlıktan dışlamış olur.
2.KRONOS
           Bergson’un felsefesinde zaman kavramı iki türlüdür. İlki, matematiksel zaman diğeri ise gerçek zaman dediği süredir. Matematiksel zaman, insanın dışında, maddi evrende, lineer bir biçimde ilerleyen, noktalar üzerinde tasarlanan, yaratma ve hareketliliğin dışında kalan zamandır. Bu canlı, yaşanan bir zaman değil, ölü bir zaman kavramıdır, Bergson’un deyimiyle.  Ancak gerçek zaman ise psikolojiktir, bilinçle ilgilidir. Yaşanan zaman dediği süre, saf ardışıklık, süreklilik ve bütünlük içinde bir akış olarak algılanır. Hayattaki akışı, sürekliliği, oluşu veren süredir, mekansal zaman değildir Bergson’a göre. Çünkü ardardalığı, sürekliliği veren mekansal zaman değil, bilincimizdir. Bilincimiz sayesinde biz olayları ardarda ve süreklilik içinde kavrarız. Bergson’da süre, mekandan bağımsızdır ve hareketi içerir. Mekanda bulunan hareketli nesnelerin, hareketleri mekan ile birlikte doğrudan kavranamaz çünkü onların hareketleri mekanda değil, süre dediğimiz yaşanan, gerçek zamandadır ve ancak bizim içselliğimiz ile, bilincimiz yoluyla kavranır. Gerçek zaman dediğimiz içsel yaşantımız sürekli ve iç içedir, bölünemez ve parçalarına ayrılamaz. O, değişimin kesintisiz sürekliliğidir. Zenon’un paradoksundaki gibi, sabit olan, sürekliliğin, akışın olmadığı mekanla özdeşleştirilemez. Zenon’un paradoksundaki mekanda durması tasarlanan ok, yaşamda değil, matematiğin değişmeyen dünyasındadır. Ok, hareket halindeyken hiçbir noktada duramaz. Ok’un hareketi sonsuz değil tam tersine tektir. Ok’un yaydan çıkışı ile hedefine varışı tek ve bölünemez bir harekettir. Zenon’un hatası, ok’un hareketini, lineer bir doğru parçasındaymış gibi düşünüp, harekei bunun üzerinden tasarlamaya çalışmasıdır. Ok, geçtiği varsayılan noktaların hiçbirinde bulunmaz, durmaz. Hareketin değişmeyen sürekliliğinin kavranması, sürenin algılanması ile bağıntılıdır, ki bu ise sezgi ile, zihinsel süreçlerin içsel sezilişi ile olanaklıdır.
3.LOGOS
       Bergson’un; Zenon’un hareket, değişme, süreklilik reddedişlerini eleştirmesi, dolayısıyla Parmenides’in varlık görüşünü eleştirmesi, doğal olarak Parmenides’in çağdaşı ve karşıtı olan Herakleitos’u akla getiriyor. Burada, Bergson’un süre hakkındaki fikirlerini, Herakleitos’un “oluş” kavramı çevresinde temellendirmeye çalışacağım.

      Bergson’un zamanı iki türlüdür. Biri matematiksel, homojen, dış dünyaya içkin ele alınan zamandır. Ancak gerçek zaman süredir, heterojendir. Bu ise bölünemez, değişim ve oluş içindedir ve bütünlük içinde vardır. Zamanı parçalara bölemeyiz, parçalara bölmek mekansal şeylerin özelliğidir ve süre mekana bağlı değildir. Oyleyse hareketi bölemeyeceğimiz için ( ki bölünmesi durumunda Zenon’un paradoksları karşımıza çıkar) onu bir bütün olarak kavramamız gerekmektedir. Okun çıkışı ile hedefe varışı tek bir harekettir. Ok, bir noktada asla bulunmaz, çünkü bir noktada olduğunu imlediğimiz “an”, o noktadan uzaklaşmaya çoktan başlamıştır. Herakleitos’ta  bunu rahatlıkla “ aynı ırmaklara hem gireriz, hem girmeyiz, hem biziz hem değiliz” "Ποταμοῖς τοῖς αὐτοῖς ἐμβαίνομέν τε καὶ οὐκ ἐμβαίνομεν, εἶμέν τε καὶ οὐκ εἶμεν." sözünden çıkarabiliriz. Ona göre varlık oluşa tabidir. Yasa (logos –Λόγος) sürekli değişmeyi, devinmeyi gerektirir. Bu yasa, varlıkta saklıdır ve değişmeyen tek şeydir, öyleyse onun dışında her şey süreklilik içinde, değişim içindedir. Arkhe olarak ateşi seçmesi bir tesadüf değil, ateşe atılan her şeyin niteliksel değişim gerçekleştirmesi ama ateşin değişmemesidir. Yani ateş, logostur. Varlık, ateşte yanan maddeler gibi değişip başka şeylere dönüşür; bu da varlığın hareketidir. Herakleitos, “çokluk içinde birlik vardır “ diyerek, hareketin, oluşun, değişmenin ve sürekliliğin yasasını “bir”e bağlamıştır. Bu “bir” bütünlüğü simgeler. Öyle ki her şey, saklı olan doğanın,  “bir”in, yasanın içindedir. Bergson’a dönecek olursak,  bütünlüğü görmenin zihinle ama daha çok sezgiyle kavranabileceğini söyler. Dışsal algılarımız, dünyayı ve hareketi parça parça görüntülerken içsel algılarımız hepsini bir bütünlük içinde görür. Değişim, ardı ardına gelen, dizgesel değişim değil, iç içe geçmiş, hatta ateşin tekliğinde çözülen – dağılan bir değişimdir. Bu değişim bütünü kapsar.  Herakleitos’un, varlığın değişimini süreklileştirmesi, bir yasaya bağlaması, Bergson’un süre kavramıyla fazlaca benzerdir. Dahası, Bergson süreyi mekandan bağımsız ve oluşa bağımlı kılmıştı. Oluş ise Herakleitos felsefesinin temel taşıdır. Her iki oluş’un yeri de doğa-yaşam’dır. Ancak oluş kendini doğrudan, dış dünyada göstermez. Herakleitos da, “ doğa saklanmayı sever -Φύσις κρύπτεσθαι φιλεί" derken,  hakikatin kolayca görünür- kavranabilir olmadığını, onu ancak logos’a kulak vererek kavrayabileceğimizi söylemektedir. Logos, hahikatin bütünlüklü olarak dışlanmasıdır.  Bunun için insanın kendine bakması, sezgilerini kullanması veya oluşun kaynağı olan yasaya kulak vermesi gerekir. Yani aslında iki filozofun da kaynakları metafiziktir ancak dış dünya ile özne arasındaki denge, özne lehinedir. Dışarıda olup biten her zaman sezgisel yolla ve böylece bütünlüklü kavranabilir. .Birliği algılayabildiğimizde ise oluşu da kavramış olur, değişmenin, sürekliliğin ve hareketin de ilkelerini ortaya koyabiliriz. Sonluluktaki sonsuzluğu, sonsuzluktaki sonluluğu; birlikte çokluğu, çoklukta birliği ancak bütünsel bakışı yakalayarak bilebiliriz.