MİLGRAM’IN DENEYİ VE BUGÜN İÇİN BİR AKIL YÜRÜTME
Deney gözlemcisi rolünü bir teknisyen önlüğü giyen sert, hissiz görünümlü bir biyoloji
öğretmeni oynuyordu. Kurban rolünü de bu rol için eğitilmiş, İrlandalı-Amerikan
bir muhasebeci üstlenmişti. Kurban ile deney gözlemcisi aslında işbirlikçi olmalarına karşın bu
gerçek katılımcıdan gizleniyor ve kurban, katılımcıya kendisi gibi gönüllü
olarak katılmış başka bir denek olarak tanıtılıyordu, dolayısıyla katılımcının
gözünde deney, deney gözlemcisi ve iki denekten oluşuyordu. Deney gözlemcisi,
iki deneğe "öğrenmede cezanın etkisi" hakkında bir deneye
katıldıklarını, birisinin "öğretmen" diğerinin de "öğrenci"
rolünü üstlenecekleri bilgisini veriyordu.
Sonra, iki deneğe birer yaprak kâğıt veriliyordu. Katılımcının, bu
kâğıtlardan birinde "öğretmen" ve diğerinde de "öğrenci"
yazdığına ve kâğıtların rasgele verildiğine inanması sağlanıyordu. Gerçekte ise
her iki kâğıtta da "öğretmen" yazıyordu ve işbirlikçi denek kendi
kâğıdında "öğrenci" yazıyormuş gibi rol yapıyordu; böylece
katılımcının hep "öğretmen" olması sağlanıyordu. Bu noktada
"öğretmen" ve "öğrenci" birbirini duyabilecek ancak
göremeyecek şekilde ayrı odalara alınıyordu. Deneyin sürümlerinden biri,
işbirlikçi deneğin gerçek deneğe bir kalp rahatsızlığı olduğunu söylemesi gibi
ek bir özellik taşıyordu.
Deneyden
önce "öğretmen"e 45 voltluk bir elektrik şoku uygulanarak
"öğrenci"ye uygulayacağını sandığı şokun neye benzediği hakkında bir
fikir verilmiş oluyordu. "Öğretmen"e daha sonra "öğrenci”ye
öğretmesi amacıyla sözcük çiftlerinden oluşan bir liste veriliyor, öğretmen de
bu listeyi önce öğrenciye bir kere okuyarak işe başlıyordu. Ardından öğretmen
listeyi oluşturan sözcük çiftlerinin ilk sözcüklerini teker teker okuyor,
okuduğu her sözcük için öğrenciye dört adet seçenek sunuyor, öğrenci de bu
seçenekler arasından doğru olduğunu düşündüğü cevabı bildirmek için bir cevap
düğmesine basıyordu. Verdiği cevap yanlış ise, her yanlış cevap sonucu giderek
artan elektrik şoklarına maruz kalıyordu. Cevap doğru ise öğretmen sonraki
sözcük çiftine geçiyordu.
Denekler, öğrencinin verdiği her yanlış yanıta karşılık onun gerçek şoklara
maruz kaldığını sanıyorlardı. Gerçekte ise şok uygulanmıyordu. İşbirlikçi denek
gerçek denekten ayrıldığı zaman, geçtiği odada elektroşok makinesine
bütünleştirilmiş bir ses kayıt cihazını çalıştırıyordu, bu cihaz da her şok
seviyesine karşılık önceden kaydedilmiş bir çığlık sesini çalıyordu. Voltajın birkaç
defa artırılmasından sonra aktör, kendisini yan odadaki denekten ayıran duvarı
yumruklamaya başlıyordu. Birkaç defa yumrukladıktan ve kalp rahatsızlığını
hatırlattıktan sonra ise artık sorulara cevap vermemeye ve şikayette
bulunmamaya başlıyordu.
Bu
noktada pek çok denek, öğrencinin ne halde olduğunu öğrenmek için deneyi
durdurmak istediklerini ifade ediyordu. Kimi denekler 135 voltta durup deneyin
amacını sorgulamaya başlıyordu. Bunların çoğu sonuçlardan sorumlu
tutulmayacaklarına dair güvence aldıktan sonra devam ediyordu. Birkaç denek,
öğrenciden gelen acı dolu çığlıkları duyduklarında sinirli biçimde gülmeye
başlıyor veya aşırı stres içinde olduklarını gösteren başka davranışlarda
bulunuyordu.
Denek herhangi bir noktada deneyi durdurma isteğini ifade ettiği zaman
kendisine aşağıdaki sırayı takip eden sözlü uyarılarda bulunuluyordu:
1. Lütfen devam edin.
2. Deney için devam etmeniz gerekiyor.
3. Devam etmeniz kesinlikle çok önemli.
4. Başka seçeneğiniz yok, devam etmek
"zorundasınız".
Denek bu dört uyarıdan
sonra bile hala durmak istediğini ifade ederse deney durduruluyordu. Tersi
durumda ise deney ancak denek en yüksek şok olan 450 voltu 3 kere art arda
uyguladıktan sonra durduruluyordu.
Milgram, deney gerçekleştirilmeden önce Yale üniversitesinin 14 psikoloji
yüksek lisans öğrencisiyle sonuçların ne olacağına yönelik bir anket yaptı.
Katılımcıların tümü, sadece birkaç sadist eğilimli deneğin (%1,2) en yüksek
voltajı uygulayacağını düşünüyordu. Milgram ayrıca meslektaşları arasında da sözlü bir
anket yaparak onların da sadece birkaç deneğin çok kuvvetli şok uygulayacağını
düşündüklerini öngördü.
Milgram'ın ilk deney dizisinde öndeneklerin %65'inin (40 öndenekten
26'sının)[1] deneydeki
en yüksek gerilim olan 450 voltu, her ne kadar epey huzursuzluk hissetmiş
olsalar da, uyguladıkları görüldü. Hepsi deneyin bir noktasında durup deneyi
sorgulamış, hatta bazıları kendilerine ödenen parayı geri vereceklerini
söylemişlerdi. Katılımcılardan hiçbiri 300 volt seviyesinden önce şok
uygulamaktan tereddütsüzce vazgeçmedi. Deneyin çeşitlemeleri daha
sonra Milgram'ın kendisi tarafından ve dünya genelinde farklı psikologlarca
gerçekleştirildi; sonuçlar birbirine yakındı. Bu çeşitlemelerle deneyin
özgün sonuçlarının onaylanmasına ek olarak deney düzeneğindeki değişkenlerin
etkileri de ölçülmüş oldu.
Milgram ulaştığı sonuçları
açıklayan iki ana kuram geliştirdi.
1. İlki, S. Asch'in çalışmalarını temel alan Uyum
Kuramı'dır. Milgram başvuru grubu ile birey arasındaki temel ilişkiyi tanıtır.
Karar verme konusunda, özellikle bir kriz ortamında karar verme konusunda
hiçbir deneyimi veya yeteneği olmayan bir denek, kararı gruba ve gruptaki
hiyerarşiye bırakır. Grup bir davranışsal model oluşturur.
2. İkincisi ise Araçlaşma Kuramı'dır. Milgram'a
göre, "itaatin özü, bir insanın kendisini başka bir insanın isteklerini
gerçekleştiren bir araç olarak görmesi, böylece kendi davranışlarından
kendisini sorumlu hissetmemesidir. Kişinin bakış açısındaki bu kritik kayma
gerçekleştiği zaman, itaatin tüm öznitelikleri bunu izler". Bu temel
olarak askeri açıdan otoriteye saygının temelidir; askerler üstlerinin
emirlerini ve komutlarını, sorumluluğun subaylarda olduğunu bilerek yerine
getirirler.
Milgram
deneyindeki denekler çok çeşitli yaş, cinsiyet, ırk, kültür, ekonomik ve sosyal
kuşaktan tercih edilmiş ve sonuçlar pek değişmemiştir. Öyleyse deneyde
bağımsız değişkenler denenmiş ve bunların sonuca etkileri gözlemlenmiştir.
Elbette bugün, 1960lardan
farklı bir dünyada yaşıyoruz. Buna örnek olarak teknolojinin değiştiğini
söyleyebiliriz. Ancak bu değişken, deneklerde sonuca etki edecek bir değişken
midir? Ya da “eğitim seviyesi arttı” denebilir. Milgram deneyi her eğitim
düzeyinden kişiyle yapıldığı için bunu da eleyebiliriz. Öyleyse deneyin tersine
bir sonuç verecek bir durumun yaşanmayacağını söyleyebiliriz.
Küresel köy denilmeye
başlanan dünyada, bugün, 1960lara göre büyük bir muhafazakârlaşma yaşandığı bir
gerçektir. Muhafazakârlaşma, kişisel zenginlik elde etmeye, bireyselci felsefi
yaklaşımlara, insanların kendilerini en güvenli alanlara – güvenlikli sitelere,
şehirden uzak banliyölere vs- çekmelerine eşlik etti. Artık insanların
değerlerinde saygı ve empati değil; hırs, istek, güç, açıkgözlük öne çıkmış
durumda. Böyle bir dünyada, milgram’ın deneyinin sonuçlarının %65lerden %85 -
%90 seviyesine çıkacağını düşünüyorum. Bunun çok farklı sebepleri olabileceğini
biliyorum. Birkaç örnek açıklayıcı olacaktır.
Körfez savaşının
televizyonlardan gösterilmesi, savaşın bir fantazya dünyasındaymış ve kahramanı
Amerika olan bir film gibi gösterilmesi, insanların yakınen tanımadıkları
insanlara karşı soyutlanmalarını içeren bir koşullandırma yarattı. Binlerce
çocuk, kadın, insan; görüntülerdeki ‘şov’un ardında ölüyorlardı. Önceden
gazetelerden, birkaç gün sonra öğrenilen savaşlar, hem yanı başımızda hem de
canlı olarak tvden gösteriliyordu. Ancak tepkiler, daha önceki savaşlara
nazaran çok daha azdı ( Amerika’da 21 ekim 1967 Vietnam savaşı protestosuna yüz
binlerce insan katılmışken, 29 eylül 2002’de aynı yerde 5000 kişi savaşı
protesto etmiştir). Bu durumun en bariz sonucu, empatinin ortadan
kaybolmasıdır. Medya izlettirmiş, toplum da izlemiştir. Ancak kimse topluma
“savaşa karşı çık!” demediği için toplum da bunu hazmetmiş, diğer savaşlarda
televizyonu bile açmamıştır. Milgram’ın deneyinde insanlar diğer insanlar için
endişe belirtileri sergilemişler, ancak bugün yaşadığımız bu büyük Milgram
deneyinde, kimsede böylesi tepkiler gözlenmemiştir. Bu da uyumun etkisinin
gittikçe arttığını gösterir.
Başka bir sebep olarak, bireyciliğin artmasının
empatiden uzaklaşmaya, itaate uyumun artmasına delalet ettiği öne sürülebilir.
Bireycilik, ya da solipsizm, yalnızca bir ‘ben’ ve onun etrafında olanları
tasarlar. Yani eğer bir şey benim çevremde ve beni doğrudan etkileyebiliyorsa
bir ‘şey’dir. Örneğin, bir ormanda bir ağaç devrildiyse ve benim bundan haberim
yoksa o ağaç devrilmemiştir. Günümüzde kişisel servetlerin en önemli motivasyon
aracı ve yaşam amacı haline gelmesi, toplumsallığın yıkımına, ‘bana dokunmayan
bin yaşasın’cılığın tavan yapmasına sebep oldu. Buradan uzun sonuçlar çıkarmak
yerine, yaşanan durumun, olası bir milgram deneyine olumlu etki edeceği,
kişilerin elektrik verdiğini düşündüğü kişiler için eskisine nazaran daha az
empati kurup meraklanacağı çıkarımsanabilir.
Son olarak, 1960larla bugün
arasında pozitif (!) bir fark olarak teknolojinin etkisinden söz edebiliriz.
Teknoloji artık hemen hemen her bireyin hayatında yeri olan bir gerçek… Ancak
hayatımızdaki yeri, işimizi kolaylaştıran ‘teknik’ten farklı olarak, hayatımıza
yön vermesi, politikanın belirlenmesi, bilime egemen olması gibi özellikleriyle
yer değiştirdi. İnternet başta olmak üzere, özel hayatı yok eden teknoloji,
insanlar arasına olandan daha da fazla sınır çekerek, onları birer nesne haline
getiriyor. Sosyal hayatın ‘online’laşması, ilişkilerin sanallaşması,
arkadaşlıkların yüz yüze görüşülmeden sürmesi, insanlığın binlerce yıldır
biriktirdiği değerlerinin de yokolmasını beraberinde getirdi. Örneğin, önceden
bir yakını vefat edenlerin evlerine gidilir, konuşulur, başsağlığı dilenirdi.
Şimdi ise Facebook’tan hazır taziye mesajları atılıyor. Bayram mesajları, doğum
günleri ve sayamadığımız onlarca örnek, sosyalleşmenin boyut değiştirirken yok
olduğunu gösteriyor. Dahası, savaş oyunları, simülasyonlar, insan öldürmenin
kolaylaşmasını da beraberinde getiriyor. Bugün en çok savaş oyunu oynanan 3.
dünya ülkelerine cinayet konusunda kimse yetişemiyor.
Bu örneklerin en bariz yaşandığı
Türkiye, başta kadın cinayetleri, çocuk kaçırmalar, tecavüz, işyerinde ve evde
taciz, iş katliamları, aşağılama, kendinden düşük görme konularında dünyada en
üst sıralarda. Açık bir milgram deneyi olarak nitelenebilecek yıllar yaşayan
Türkiye, bu olanlara karşılık hala bir ses çıkarmamakta, deneyi doğrulamakta,
en büyük şokun sanki hiç gelmeyecekmiş ve deneyin hiç bitmeyecekmiş gibi bir
kopyasını sunmaktadır.
Kaynakça:
Rod Plotnik, Psikoloji’ye Giriş, Kaknüs yanınları.