4 Haziran 2014 Çarşamba

                      MİLGRAM’IN DENEYİ VE BUGÜN İÇİN BİR AKIL YÜRÜTME

      Deney gözlemcisi rolünü bir teknisyen önlüğü giyen sert, hissiz görünümlü bir biyoloji öğretmeni oynuyordu. Kurban rolünü de bu rol için eğitilmiş, İrlandalı-Amerikan bir muhasebeci üstlenmişti. Kurban ile deney gözlemcisi aslında işbirlikçi olmalarına karşın bu gerçek katılımcıdan gizleniyor ve kurban, katılımcıya kendisi gibi gönüllü olarak katılmış başka bir denek olarak tanıtılıyordu, dolayısıyla katılımcının gözünde deney, deney gözlemcisi ve iki denekten oluşuyordu. Deney gözlemcisi, iki deneğe "öğrenmede cezanın etkisi" hakkında bir deneye katıldıklarını, birisinin "öğretmen" diğerinin de "öğrenci" rolünü üstlenecekleri bilgisini veriyordu.
      
         Sonra, iki deneğe birer yaprak kâğıt veriliyordu. Katılımcının, bu kâğıtlardan birinde "öğretmen" ve diğerinde de "öğrenci" yazdığına ve kâğıtların rasgele verildiğine inanması sağlanıyordu. Gerçekte ise her iki kâğıtta da "öğretmen" yazıyordu ve işbirlikçi denek kendi kâğıdında "öğrenci" yazıyormuş gibi rol yapıyordu; böylece katılımcının hep "öğretmen" olması sağlanıyordu. Bu noktada "öğretmen" ve "öğrenci" birbirini duyabilecek ancak göremeyecek şekilde ayrı odalara alınıyordu. Deneyin sürümlerinden biri, işbirlikçi deneğin gerçek deneğe bir kalp rahatsızlığı olduğunu söylemesi gibi ek bir özellik taşıyordu.
    
    Deneyden önce "öğretmen"e 45 voltluk bir elektrik şoku uygulanarak "öğrenci"ye uygulayacağını sandığı şokun neye benzediği hakkında bir fikir verilmiş oluyordu. "Öğretmen"e daha sonra "öğrenci”ye öğretmesi amacıyla sözcük çiftlerinden oluşan bir liste veriliyor, öğretmen de bu listeyi önce öğrenciye bir kere okuyarak işe başlıyordu. Ardından öğretmen listeyi oluşturan sözcük çiftlerinin ilk sözcüklerini teker teker okuyor, okuduğu her sözcük için öğrenciye dört adet seçenek sunuyor, öğrenci de bu seçenekler arasından doğru olduğunu düşündüğü cevabı bildirmek için bir cevap düğmesine basıyordu. Verdiği cevap yanlış ise, her yanlış cevap sonucu giderek artan elektrik şoklarına maruz kalıyordu. Cevap doğru ise öğretmen sonraki sözcük çiftine geçiyordu.
      
       Denekler, öğrencinin verdiği her yanlış yanıta karşılık onun gerçek şoklara maruz kaldığını sanıyorlardı. Gerçekte ise şok uygulanmıyordu. İşbirlikçi denek gerçek denekten ayrıldığı zaman, geçtiği odada elektroşok makinesine bütünleştirilmiş bir ses kayıt cihazını çalıştırıyordu, bu cihaz da her şok seviyesine karşılık önceden kaydedilmiş bir çığlık sesini çalıyordu. Voltajın birkaç defa artırılmasından sonra aktör, kendisini yan odadaki denekten ayıran duvarı yumruklamaya başlıyordu. Birkaç defa yumrukladıktan ve kalp rahatsızlığını hatırlattıktan sonra ise artık sorulara cevap vermemeye ve şikayette bulunmamaya başlıyordu.

    Bu noktada pek çok denek, öğrencinin ne halde olduğunu öğrenmek için deneyi durdurmak istediklerini ifade ediyordu. Kimi denekler 135 voltta durup deneyin amacını sorgulamaya başlıyordu. Bunların çoğu sonuçlardan sorumlu tutulmayacaklarına dair güvence aldıktan sonra devam ediyordu. Birkaç denek, öğrenciden gelen acı dolu çığlıkları duyduklarında sinirli biçimde gülmeye başlıyor veya aşırı stres içinde olduklarını gösteren başka davranışlarda bulunuyordu.

          Denek herhangi bir noktada deneyi durdurma isteğini ifade ettiği zaman kendisine aşağıdaki sırayı takip eden sözlü uyarılarda bulunuluyordu:
1.    Lütfen devam edin.
2.    Deney için devam etmeniz gerekiyor.
3.    Devam etmeniz kesinlikle çok önemli.
4.    Başka seçeneğiniz yok, devam etmek "zorundasınız".
Denek bu dört uyarıdan sonra bile hala durmak istediğini ifade ederse deney durduruluyordu. Tersi durumda ise deney ancak denek en yüksek şok olan 450 voltu 3 kere art arda uyguladıktan sonra durduruluyordu.


       Milgram, deney gerçekleştirilmeden önce Yale üniversitesinin 14 psikoloji yüksek lisans öğrencisiyle sonuçların ne olacağına yönelik bir anket yaptı. Katılımcıların tümü, sadece birkaç sadist eğilimli deneğin (%1,2) en yüksek voltajı uygulayacağını düşünüyordu. Milgram ayrıca meslektaşları arasında da sözlü bir anket yaparak onların da sadece birkaç deneğin çok kuvvetli şok uygulayacağını düşündüklerini öngördü.
    Milgram'ın ilk deney dizisinde öndeneklerin %65'inin (40 öndenekten 26'sının)[1] deneydeki en yüksek gerilim olan 450 voltu, her ne kadar epey huzursuzluk hissetmiş olsalar da, uyguladıkları görüldü. Hepsi deneyin bir noktasında durup deneyi sorgulamış, hatta bazıları kendilerine ödenen parayı geri vereceklerini söylemişlerdi. Katılımcılardan hiçbiri 300 volt seviyesinden önce şok uygulamaktan tereddütsüzce vazgeçmedi. Deneyin çeşitlemeleri daha sonra Milgram'ın kendisi tarafından ve dünya genelinde farklı psikologlarca gerçekleştirildi; sonuçlar birbirine yakındı. Bu çeşitlemelerle deneyin özgün sonuçlarının onaylanmasına ek olarak deney düzeneğindeki değişkenlerin etkileri de ölçülmüş oldu. 


Milgram ulaştığı sonuçları açıklayan iki ana kuram geliştirdi.
1.    İlki, S. Asch'in çalışmalarını temel alan Uyum Kuramı'dır. Milgram başvuru grubu ile birey arasındaki temel ilişkiyi tanıtır. Karar verme konusunda, özellikle bir kriz ortamında karar verme konusunda hiçbir deneyimi veya yeteneği olmayan bir denek, kararı gruba ve gruptaki hiyerarşiye bırakır. Grup bir davranışsal model oluşturur.
2.    İkincisi ise Araçlaşma Kuramı'dır. Milgram'a göre, "itaatin özü, bir insanın kendisini başka bir insanın isteklerini gerçekleştiren bir araç olarak görmesi, böylece kendi davranışlarından kendisini sorumlu hissetmemesidir. Kişinin bakış açısındaki bu kritik kayma gerçekleştiği zaman, itaatin tüm öznitelikleri bunu izler". Bu temel olarak askeri açıdan otoriteye saygının temelidir; askerler üstlerinin emirlerini ve komutlarını, sorumluluğun subaylarda olduğunu bilerek yerine getirirler.


       Milgram deneyindeki denekler çok çeşitli yaş, cinsiyet, ırk, kültür, ekonomik ve sosyal kuşaktan tercih edilmiş ve sonuçlar pek değişmemiştir.  Öyleyse deneyde bağımsız değişkenler denenmiş ve bunların sonuca etkileri gözlemlenmiştir.

     Elbette bugün, 1960lardan farklı bir dünyada yaşıyoruz. Buna örnek olarak teknolojinin değiştiğini söyleyebiliriz. Ancak bu değişken, deneklerde sonuca etki edecek bir değişken midir? Ya da “eğitim seviyesi arttı” denebilir. Milgram deneyi her eğitim düzeyinden kişiyle yapıldığı için bunu da eleyebiliriz. Öyleyse deneyin tersine bir sonuç verecek bir durumun yaşanmayacağını söyleyebiliriz.


     Küresel köy denilmeye başlanan dünyada, bugün, 1960lara göre büyük bir muhafazakârlaşma yaşandığı bir gerçektir. Muhafazakârlaşma, kişisel zenginlik elde etmeye, bireyselci felsefi yaklaşımlara, insanların kendilerini en güvenli alanlara – güvenlikli sitelere, şehirden uzak banliyölere vs- çekmelerine eşlik etti. Artık insanların değerlerinde saygı ve empati değil; hırs, istek, güç, açıkgözlük öne çıkmış durumda. Böyle bir dünyada, milgram’ın deneyinin sonuçlarının %65lerden %85 - %90 seviyesine çıkacağını düşünüyorum. Bunun çok farklı sebepleri olabileceğini biliyorum. Birkaç örnek açıklayıcı olacaktır.

     Körfez savaşının televizyonlardan gösterilmesi, savaşın bir fantazya dünyasındaymış ve kahramanı Amerika olan bir film gibi gösterilmesi, insanların yakınen tanımadıkları insanlara karşı soyutlanmalarını içeren bir koşullandırma yarattı. Binlerce çocuk, kadın, insan; görüntülerdeki ‘şov’un ardında ölüyorlardı. Önceden gazetelerden, birkaç gün sonra öğrenilen savaşlar, hem yanı başımızda hem de canlı olarak tvden gösteriliyordu. Ancak tepkiler, daha önceki savaşlara nazaran çok daha azdı ( Amerika’da 21 ekim 1967 Vietnam savaşı protestosuna yüz binlerce insan katılmışken, 29 eylül 2002’de aynı yerde 5000 kişi savaşı protesto etmiştir). Bu durumun en bariz sonucu, empatinin ortadan kaybolmasıdır. Medya izlettirmiş, toplum da izlemiştir. Ancak kimse topluma “savaşa karşı çık!” demediği için toplum da bunu hazmetmiş, diğer savaşlarda televizyonu bile açmamıştır. Milgram’ın deneyinde insanlar diğer insanlar için endişe belirtileri sergilemişler, ancak bugün yaşadığımız bu büyük Milgram deneyinde, kimsede böylesi tepkiler gözlenmemiştir. Bu da uyumun etkisinin gittikçe arttığını gösterir.


Başka bir sebep olarak, bireyciliğin artmasının empatiden uzaklaşmaya, itaate uyumun artmasına delalet ettiği öne sürülebilir. Bireycilik, ya da solipsizm, yalnızca bir ‘ben’ ve onun etrafında olanları tasarlar. Yani eğer bir şey benim çevremde ve beni doğrudan etkileyebiliyorsa bir ‘şey’dir. Örneğin, bir ormanda bir ağaç devrildiyse ve benim bundan haberim yoksa o ağaç devrilmemiştir. Günümüzde kişisel servetlerin en önemli motivasyon aracı ve yaşam amacı haline gelmesi, toplumsallığın yıkımına, ‘bana dokunmayan bin yaşasın’cılığın tavan yapmasına sebep oldu. Buradan uzun sonuçlar çıkarmak yerine, yaşanan durumun, olası bir milgram deneyine olumlu etki edeceği, kişilerin elektrik verdiğini düşündüğü kişiler için eskisine nazaran daha az empati kurup meraklanacağı çıkarımsanabilir.



     Son olarak, 1960larla bugün arasında pozitif (!) bir fark olarak teknolojinin etkisinden söz edebiliriz. Teknoloji artık hemen hemen her bireyin hayatında yeri olan bir gerçek… Ancak hayatımızdaki yeri, işimizi kolaylaştıran ‘teknik’ten farklı olarak, hayatımıza yön vermesi, politikanın belirlenmesi, bilime egemen olması gibi özellikleriyle yer değiştirdi. İnternet başta olmak üzere, özel hayatı yok eden teknoloji, insanlar arasına olandan daha da fazla sınır çekerek, onları birer nesne haline getiriyor. Sosyal hayatın ‘online’laşması, ilişkilerin sanallaşması, arkadaşlıkların yüz yüze görüşülmeden sürmesi, insanlığın binlerce yıldır biriktirdiği değerlerinin de yokolmasını beraberinde getirdi. Örneğin, önceden bir yakını vefat edenlerin evlerine gidilir, konuşulur, başsağlığı dilenirdi. Şimdi ise Facebook’tan hazır taziye mesajları atılıyor. Bayram mesajları, doğum günleri ve sayamadığımız onlarca örnek, sosyalleşmenin boyut değiştirirken yok olduğunu gösteriyor. Dahası, savaş oyunları, simülasyonlar, insan öldürmenin kolaylaşmasını da beraberinde getiriyor. Bugün en çok savaş oyunu oynanan 3. dünya ülkelerine cinayet konusunda kimse yetişemiyor.

   Bu örneklerin en bariz yaşandığı Türkiye, başta kadın cinayetleri, çocuk kaçırmalar, tecavüz, işyerinde ve evde taciz, iş katliamları, aşağılama, kendinden düşük görme konularında dünyada en üst sıralarda. Açık bir milgram deneyi olarak nitelenebilecek yıllar yaşayan Türkiye, bu olanlara karşılık hala bir ses çıkarmamakta, deneyi doğrulamakta, en büyük şokun sanki hiç gelmeyecekmiş ve deneyin hiç bitmeyecekmiş gibi bir kopyasını sunmaktadır.


Kaynakça:

Rod Plotnik, Psikoloji’ye Giriş, Kaknüs yanınları.








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder